“300: Rise Of An Empire” (2014) / Film Eleştirisi

Frank Miller’ın elinden çıkan mahsullerin, green box harmanlı grafik roman uyarlamalarının bariz itici gücü olduğu konusunda aşağı yukarı hepimizin hem fikir olduğunu sanıyorum! Sin City ile başlayan ve yine kendisinin beyazperdeye aktardığı The Spirit ile geleneği sürdürdüğü daha özerk ve garip bir biçime amatör sinemacıların sık sık taklit ettiği bir mecranın yollarını döşemiş olmasına rağmen Hollywood’da bakir kalmayı başarmış bir görsel yönelim başlattığı doğru! Diğer taraftan Zack Snyder’ın tuvalini özenle boyadığı, politik doğruluğu, etik tartışmaların mezesi olsa da ‘kılıç ve sandalet’ konseptinin kanatlanıp uçmasını sağlayan 300 Spartalı gibisinden son on yıldır aynı rayda seyahat eden bir klişeler öbeği doğuran ve benzer bir kanalı izlemekle birlikte daha fazla tutulmuş / taklit edilmiş bir başka ürün var ortada!

300 Spartalı; bu gün hem televizyon mecrasında hem de popüler sinemada hiç sektirmeden uygulanabilecek draje formüllerin yolunu açarken; grafik roman uyarlamalarının görsel lezzeti konusunda da izleyiciyi için bir çeşit ön deneyim sunmuştu! Fakat o kadar kısa sürede, o kadar kolay taklit edilebilir hale geldi ki; bir iki görsel çalımla işi kotarmaya çalışan, ruhsuz, keyifsiz ve niteliksiz hemen hemen her plastik yapım, aşağı yukarı aynı iddialarla karşımıza dikilmeye başladı! Hele ki video oyun cenahında God Of War gibi bir efsanenin yükselmesi ve Spartacus’un TV arenasında yaptığı sükse sayesinde ‘kılıç ve sandalet’ konsepti kısa sürede kontrolden çıkmaya başlayan bir furyaya dönüştü!

Bütün bu gelişime ön ayak olan en önemli mahsullerden biri olarak kabul edebileceğimiz 300 Spartalı’nın, kendi yarattığı stil havuzunda boğulma ihtimalinin oldukça yüksek olduğunun farkına varılmış olacak ki; yapımcılar, yeni bir proje için arayı oldukça uzun tutmayı uygun gördüler! Aslında ilk projenin akıbetinin ardından yapımcılar bir devam filmi düşünmediklerini açıklamışlardı. Fakat Miller’ın kaleme aldığı ve Xerxes’in öyküsünü konu alan altı bölümlük çizgi romanın gündeme gelmesiyle birlikte, yapım ekibi 300 Spartalı, serisinin yağına ekmek banacak yeni bir projeyi masaya yatırdılar!

Açıkçası 300: Bir İmparatorluğun Yükselişi, gişesi garanti olmasına rağmen, kağıt üzerinde olumlu eleştiriler almasına pek de ihtimal verilebilecek bir seri gibi görünmüyordu! Hele ki son yıllarda Clash Of Titans ya da Hercules gibi beyazperdeyi ziyaret eden yapımların nitelik açısından fakir projeler olduğunu düşünecek olursak, yeni Miller uyarlamasının bu alevin harının başında kendisini ısıtma amacından fazlasına sahip olduğunu ileri sürmek oldukça zordu! Hele ki projenin çizgi roman gurmesi Zack Snyder’dan alınıp, çok daha tecrübesiz ve çizgi uyarlamalar konusunda yetkinliği ve becerileri oldukça tartışmalı olan Noam Murro’ya teslim edilmesi de riskli arttıran bir başka tercihti! Her ne kadar sinema arenasına entelektüel, kent soylu bir ailenin, iç hesaplaşmasını ve aile bireylerinin kendilerini yeniden keşfetme sürecini yakın plana aldığı Smart People gibi ortalama üzerinde bir yapımla giriş yapmış olsa da; böylesine dolgun bütçeli bir uyarlamanın altından kalkıp kalkamayacağı kafalara koskocaman bir soru işareti ekmişti!

300: Bir İmparatorluğun Yükselişi her ne kadar ilk filmin ‘tutmuş’ metotlarının üzerinden bir kere daha geçse de, türün nefes almasını sağlayacak birkaç delik açmayı da ihmal etmiyor! Mesela, filmin ön saflarına yerleştirilen, opaklığı düşük bir baba-oğul ilişkisi burada da mevcut! Tıpkı Leonidas’ın savaş yoldaşlarının bir kaçının ön planda yer alışı gibi, yeni serinin kahramanı Themistokles’in de yoldaşlarının bir kısmı – her ne kadar altı doldurulmuş sağlam karakterler olarak karşımıza çıkmasalar da- arada bir kameraya el sallıyorlar! Fakat filmin en önemli iddiası; ilk filmde eksikliğini fazlasıyla hissettiğimiz dişli bir ‘villain’ kontejyanının doldurulmuş olması!

Filmin kötü karakteri, kontrastı oldukça yüksek bir Artemisia! Eva Green suretinde layıkıyla ete kemiğe bürünen Artemisia, Yeşilçam’ın kötü kadınlarını hasetlerinden ağlatacak kadar karikatürize edilmiş! Eva Green’in tüm eforuna rağmen, korkunç komik kıvamda makyajlanan Artemisia; yapımcıların tercihiyle filme teşrif eden erkek izleyici kitlesinin ağzının suyunu akıtma işlevini layıkıyla yerine getirmenin yanı sıra, garip bir biçimde filmi kötü anlatılmış bir fıkra kıvamına da yaklaştırmış pek tabi! Karakterinin üzerine yapıştırılmış tüm olumsuz özelliklere rağmen Artemisia, filmin ardından aklınızda kalmaya devam edecek birkaç güzel şeyden biri diyerek ortaya nur topu gibi bir paradoks bombası atmak da bize kalmış!

Diğer taraftan daha çok kan, ihtiras ve intikam nidalarıyla haykıran bir filme göre, öykünün yeni karakteri Themistokles; Leonidas’a oranla daha aklı selim, uysal ve total kaosu bürokratik kanallarla çözüme kavuşturmayı uygun gören bir yönelime sahip! Tabi bürokratik yöntemlerle sonuca ulaşamayan Tehmistokles’de kısa sürede kılıcını bileyip, kalkanını kuşanmayı ‘tek çare’ olarak görüp, düşmanının karşısına dikiliyor!

Öncüllerinin aksine, 300: Bir İmparatorluğun Yükselişi, devasa deniz savaşı gibisinden iddialı bir üst başlıkla yola çıkıyor! Bu iddiasını ne ölçüde yerine getirdiği tartışmaya açık olsa da; ‘kılıç ve sandalet’ konseptinin aynı notaları basmaktan, parmakları nasır tutan eğilimlerini az da olsa değiştirecek bir yönelim eklemliyor. Bu açıdan bakıldığında, görsel işçiliği, ilk filmdeki kadar göz okşamasa da; kendi kimyasını korurken, yeni bir alana da el atmaya çekinmemiş bir film var karşımızda!

Filmin uzun soluklu bir seriye evirilip evirilmeyeceği şimdilik muallakta olsa da, 300: Bir İmparatorluğun Yükselişi, en kötü ihtimal dahilinde, izleyiciye vadettiği koreografik armoniyi sunmayı başarıyor. Tabi son yıllarda hemen hemen karşımıza dikilen, Hollywood mahsulü hemen hemen her epik blockbuster gibi 300: Bir İmparatorluğun Yükselişi de fazlasıyla dağınık bir öyküye, katmanlarına inilemeyen karakterlere ev sahipliği yapmanın yanı sıra acele bir oldubittiye getirilmiş izlenimi yaratıyor! Yine de Noam Murro’nun yapıtını bir çeşit ‘ara ürün’ olarak değerlendirip, meze niyetine midemize indirdiğimizde, kalorisi yüksek ve bol yağlı olsa da, küçük güzellikler barındırdığını da es geçmemek lazım! En azından son yıllarda popüler izleyiciye dayatılan niteliksizlik çöplüğünde ‘daha az niteliksiz’ dozajına sahip birkaç yapımdan biri diyebiliriz…

Yorum yapın