İnanın artık suratımıza tokat misali piyasaya sürülen, tek şablonun eri bu epik fantezi çerçöplerini, -bir epik fantezi sever olarak- nasıl değerlendirmem gerektiği konusunda en ufak bir fikrim yok! Yani yapımcılar izleyicinin suratının ortasına tokadı basıyor, izleyici de zaman kaybının hıncına tekabülen filmin içine asitli asitli tükürüyor. Yapımcı, malı hamuduyla götürme derdinde olduğu için sorun yok, olan hayatından 1,5 – 2 saati daha çöpe atmış izleyiciye oluyor!
Diğer taraftan, girişilen Conan ihalesinin de neticesi zaten dünden belli! Marcus Nispel, Pathfinder dışında ısmarlama “the beginning” temelli korku çeşitlemelerinin başarısı tartışmaya açık yönetmeni… Pathfinder’ı işin dışında tutma sebebim elbette ki nitelik değil! Ama en azından ısmarlanan ve dürtüklenerek hayata geçirilmiş bir başlangıç projesi olmaması sebebi ile Nispel’in kısa filmografisinde kendine has bir konumu var! Neyse ki o da tek tabanca kalmadı. Çünkü, epik – fantezinin en bayat örneklerinden biri olan Pathfinder ile Conan, hikaye iskeleti ve işleyiş bakımından birbirine göbekten bağlı, aynı kuru gürültünün paydaşları!
Sadece Nispel’i günah keçisi belleyip, bütün yumrukları kendisine savurmak pek de etik kaçmayacak hali ile! Conan The Barbarian’a dair pek çok seçim tam anlamıyla felaket! Mesela korkunç bir biçimde Stephen Lang’in derisine yapışan asker-savaşçı kimliği bu filmde bir kere daha pekişirken, Ron Perlman’ı da, daha ne kadar süre emsal rollerde göreceğimizi merak etmeden duramıyoruz! Jason Momoa’dan sağlam bir Conan çıkabileceğine dair umutlarım da kısa bir süre içerisinde yerle bir oluyor. Kendisini Arnold ile kıyaslama derdinde değilim ama, eski Conan’ların değerini bir kere daha anımsıyorum. Dahası, Robert E. Howard’a da küçük bir saygı duruşunda bulunuyorum kendi çapımda bir kere daha. Neden mi? 2011 model bu Conan, kalabalık görünen hikayesine rağmen, en incesinden bir Conan fasikülünün hikaye kalibresine bile sahip değil!
Hikaye demişken… Milenyum mitlerinin haritası zaten aşağı yukarı bellidir. Son 10 yıl içerisinde de Apocalypto’dan, Pathfinder’a kadar geniş bir skalada hep aynı malzeme fırınlanıp konuyor önümüze. Katledilen koca bir köy ve sağ kalan tek bir cesur savaşçı… Yıllar geçer ve gözü pek savaşçı intikamını alır! Hem de akla gelebilecek en korkunç biçimde! Hadi canım!
Conan’ın hikaye girizgahı bu şekilde olsa da, neredeyse emsalleri ile aynı kamera açılarına tekabülen, anlatıyı bu derece yavanlaştırıp “karakterin doğuş hikayesini bir aradan çıkalım, gerisi kolay!” anlayışına sığınmalarını takdir edebilirdim. Eğer filmin geri kalanı bir şeye benzeseydi! Ama gelin görün ki Conan, eğlence sineması adına bile gerçek bir facia. Bilmem kaç eşit parçaya ayrılmış olan taca kavuşan multi kötü karakterimiz, Khalar Zym’ın ihtiyaç duyduğu son şey nedir tahmin edin bakalım! Soyu kadim ırklara dayanan bir bakirenin kanı! E yuh artık! Masaüstü oyunlarda amatörlerin bile kullanmaya çekindiği bu hikayeden bir film yaratabilmek de bambaşka bir maharet!
Ama gelin dürüst olalım! Conan’dan çetrefilli bir hikaye de beklemiyoruz öyle değil mi? Tek amacımız birkaç ahenkli vurdu kırdı… Birkaç tekme yumruk… Üzerine makul miktarda şiddet de eklediniz mi? Yok efendim! Restoran kapandı! Herkes dışarı! Eğer eli yüzü düzgün bir aksiyon arıyorsanız, sizlere peşin peşin Guy Moshe’nin içi boş ama seyri keyifli Bunraku’sunu (bakınız) öneririm!
Conan’ın zaten, çizgi romanın takipçileri için kaçınılmaz bir hüsran olacağını söylememe gerek yok! Fakat salt aksiyon arayışı ile sinema salonuna teşrif buyuracak arkadaşlar için de durum hiç de parlak değil! Her şeyden önce Nispel’in öncelikli olarak uzak durması gereken tür epik-fantezi, zira kendisi aksiyonu kontrol edebilme konusunda tam bir üç kağıtçılık örneği sergileyerek münferit görüntü saldırıları ile izleyicinin algısına tecavüz etmekten başka bir şey yapmıyor! Üstelik şiddeti yönlendirebilmek konusunda da aynı derecede kör cahil! Dövüş sahnelerinde kan dökülmezken, dövüşten sonra ortalığın kızıllara bulanması, uzuvları After Effects’e bulayarak koparırken, bir adamın kopan burnuna amaçsızca “parmak sokulması” şiddet unsurunu yanlış yönlendirme konusunda gelinebilecek son nokta! Bu sebepledir ki Conan’ın 18+ mevzusu feci taklaya gelmiş vaziyette… Zira şiddet var ama yok!
Blockbuster facialarına alışmış bir izleyici olarak “daha ne kadar kötü olabilir” sorusunu her sorduğumda, sinemaya minimum beklenti ile teşrif ettiğim her randevuda yepyeni sürprizler ile karşılaşmaya başladığımı söyleyebilirim… Geçtiğimiz haftalarda vizyona giren Real Steel’i işin dışında tutacak olursak, izleyicisini biraz olsun ciddiye alan bir blockbustera da rastladığımı söyleyemem! Ama şunu iddia edebilirim ki, Conan, kötüler arasında bile en kötüsü olmaya aday! Çok klişe bir tabir olacak ama Conan için uygun olduğunu düşünerek ekliyorum, “bir fantastik film nasıl çekilemez?” sorusunu, bütün bileşenlerine rağmen cevaplamak adına ders niteliği taşıyor!!!