Jonah Hex, ülkemiz çizgiroman takipçilerinin azımsanamayacak bir kısmının odağının uzağında kalmış bir anti kahramandır aslında. Yarım yüzyıldan uzun zamandır çizgiroman sayfalarını şenlendirmesine rağmen, kendisi ile benzerlik teşkil eden ve western söz konusu olduğunda fersahlarca ötede duran benzerlerinin gölgesinde kalmıştır ne yazık ki.
Hex, yüzünü ilk olarak (elbette o zamanlar gerçek bir “yüzü ” vardı) All-Star Western adlı derlemede göstermiştir. Çizgi sayfalara yeterli malzeme bulmakta zorluk çekilmeyen bu dönemde Hex, kendi mührüne sahip bir seriye sahip olabilmek için beklemek zorunda kaldı. 16 yıl sonra Hex, cilalanmış bir öykü ile birlikte bağımsızlığına da kavuşmuş oldu. Jonah Hex’in yayınlandığı yıllar, çizgi roman estetiğinde yeni arayışlara girildiği yıllardır diğer taraftan. Nitekim çizgi roman takipçilerinin uzunca bir müddet tav olduğu o “kusursuz” süper kahramanlar, yavaş yavaş yerlerini hata yapma oranı daha yüksek ve büyük bir kısmı kendi adalet anlayışını geliştirmiş olan anti kahramanlara devretmeye başlamışlardı. İşte Hex’de tam olarak bu tanımı dolduran yeni bir parazit olarak beliriverdi.
Ünlü çizgiroman serisi günümüze kadar belli başlı revizyonlara girse de ana hikaye pek değişmedi fakat 60 yıla yakın bir yayının ülkemizde sadece çok sıkı takipçiler tarafından biliniyor olması da garip doğrusu. Western çizgililerinin bu aykırı kahramanı nihayetinde Jimmy Hayward’ın ellerinde kendi bağımsız hikayesinden oluşan bir uzunmetraja da kavuşmuş oldu. Hayward’ın filmografisine baktığımızda kendisinin günümüzün popüler animasyon filmlerinin pek çoğunda parmağı olduğunu görebiliriz. “Oyuncak Hikayesi” serisinin ilk iki filminde, “Bir Böceğin Yaşamı”nda, “Kayıp Balık Nemo”da ve “Sevimli Canavarlar”‘da animatörlük yapmış olan Hayward, “Horton” ile birlikte kendi kanatları ile uçmaya başlamıştı. Jonah Hex ise genç yönetmenin filmografisi içerisinde biraz daha farklı bir noktada duruyor.
Aslında Jimmy Hayward’ın animasyon ve çizgi romanlara olan ilgisi göz önünde bulundurulduğunda pek de şaşılacak bir durum yok. Zira Hex’in sinema uyarlamasının ilk golü, çizgiroman sevdalılarının ruhunu okşayacak bir başlangıç jeneriği ile atıyor. Her ne kadar bu hareketli girizgah çok daha dinamik bir film beklentisi aşılıyor olsa da… Biz Jonah Hex’e gelecek olursak eğer; ordu adına çalışmakta olan Hex, Quentin Turnbull’ın ailesini katletmesi ve Hex’in suratında ömrü boyunca taşıyacağı bir damgayı kendisine hediye edilmesi ile birlikte, bir daha asla geri dönemeyeceği hayatından ilelebet uzaklaşır. Turnbull, Hex’in ailesini gözlerinin önünde diri diri öldürerek, kendisine acıların en büyüğünü yaşatmakla kalmamış, bir şekilde hayatta kalmasını ve bu acıyı daima sıcak tutmasını sağlamıştır. Nitekim Hex, ölümün eşiğinden komançiler tarafından döndürülür. Bu geri dönüş ona belli başlı mistik güçler de kazandırmıştır. Dolayısı ile Jonah her iki dünya arasında da mekik dokumaktadır. Ölüler ile irtibat kurabilmesi en işe yarar yeteneklerinden biridir. Yüzünün yarısını dağlayarak Turnbull’un kazıdığı damgadan kurtulur. Her şeye inancını yitirerek, ödül avcısı olarak yoluna devam eder.
Nitekim izini sürüp kendisinden intikam almak için yanıp tutuştuğu Turnbull’ı yeniden ele geçirme şansını elde ettiğinde ise bu fırsatı kaçırmaz. Gerek sayfalar üzerinde, gerek ise beyazperdede benzerine sıklıkla rastladığımız bir intikam kovalamacası başlar. Josh Brolin’in hayat verdiği Jonah Hex, en az çizgiromandaki kadar hırçın ve sinir bozucu fakat aynı şeyi diğer karakterler için söyleyebilmek pek mümkün değil. John Malkovich suretinde izlediğimiz Turnbull’un kötülüğünün inandırıcılığı tartışılır fakat en az Hex kadar “kopuk” bir karakter olan Burke, Michael Fassbender’ın bütün çabalarına rağmen adeta eriyip gidiyor! Megan Fox’un hayat verdiği fahişe Lilah ise adeta acıklı bir şaka gibi duruyor! Lilah’ın meslek olarak fahişeliği seçip, bunu kendince duygusal sebeplere sığınarak iğrenç bulması, yer yer Barb Wire’da Pamela Anderson’ın komik prensiplerini andırıyor. Micheal Shannon, Wes Bentley ve Will Arnett da küçük rollerde izleyiciye süpriz yapıyorlar adeta!
Gelgelelim Jonax Hex, izleyici ve eleştirmenlerden pek de aradığını bulamadı. B film estetiğinde ilerleyen filmde, Hayward’ın yer yer Rodriguez’e öykündüğünü de bıyık altından belirtmemek olmaz. Lakin Hayward’ın zaten klasik bir “western intikam silsilesini” cazip kılacak makyajlama yöntemlerine yanaşmamak adına yavan bir film çıkardığı gerçeğini de görmezden gelmek olmaz. Kaldı ki ana karakterinin bütün özelliklerinden faydalanmasına rağmen, diğer karakterlere eğilmek yerine Hex etrafında dönüp dolanan tek renkli bir film olması sanıyorum ki en sık işittiği eleştirilerin de başında geliyor.
Çizgiroman estetiğinin durmadan evrildiği ve Nolan’ın Kara Şövalye’sinden bu yana, beyazperdede ki çizgiroman uyarlamalarında baş gösteren “gerçekçilik” takıntısının Hex’e uğramamış olması bir taraftan sevindirici fakat bir hikaye anlatıcısı olarak Hayward’ın benzer esnekliği karakterlerden sakınmış olması, son derece keyifli bir çizgiroman uyarlaması deneyimi olabilecek bir filmin kısmen de olsa çuvallamasını sağlıyor. Sinemalarda son senelerde gerçekleşen “uyarlama istilasının” naif bir öncülü olarak türün meraklılarının yine de dönüp bakmasında fayda var.