Kraliçe Kent Antakya Gezi Rehberi

Ortasından Geçen Nehre Asi Dense De, Ağırbaşlı Bir Şehir Antakya! Yüz Binlerce Yıldır Yaşıyor Ve Ne Yaşadıysa Ne Gördüyse İçine İçine Atıyor. Her Dinden Ve Birçok Mezhepten İnsanın Yaşadığı Şehirde Çanlar Ve Minareler Arkadaş. Zamanla Birbirleriyle Geçinmeyi Ve Hoş Görmeyi Öğrenmiş Olmalılar Ki, Kimse Kimseyi ‘Sen Neye İnanıyorsun’ Diye Sorgulamıyor.

Hafızanızı biraz zorlarsanız yıllar önce gazete haberlerinde sıkça geçen reenkarnasyon hikayelerinden de hatırlarsınız Antakya’yı! Ben daha önceden başka bir yaşamda yolcuydum diyen, eski hayatından kanıtlar gösteren nice insan çıkıyordu bir aralar tv’lerde! Bu hikayeler ne derece doğrudur bilinmese de bir de şehirle ilgili efsaneler var dilden dile dolanan. Örneğin bir deprem rivayeti var ki şehir oynak Kızıldeniz fay hattı üzerinde olduğundan bilim de arka çıkıyor bu rivayete. Antakya’nın yüzyıllar önce 2 deprem atlattığı biliniyor. Kehanete göre er geç gelecek üçüncü deprem şehrin sonunu getirecek bir kıymet alameti olarak gösteriliyor. Ne diyelim Allah göstermesin, biz iyi şeyler düşünelim ve şehirde yaşadığımız gördüğümüzden bahsedelim.

Yeme içme meselesi Antakya için ciddi bir mesele! Gaziantep gibi yakın bir şehirle yarışacak kadar gurme olması bir yana dünyayla yarıştığı da bir gerçek! Ufkunuzu açacak, midenizi şenlendirecek, kültürünüzü cilalayacak bir Antakya turu düşünüyorsanız Antakya’ya ne zaman gidilir, ne yenir ve nereler gezilir gibi birçok detay sizin için hazırladığımız Antakya Gezi Rehberi‘nde!

Antakya’ya Ne Zaman Gidilir?

Hatay, dolayısıyla Antakya yılın hiçbir zamanı üşütmeyen Akdeniz iklimine sahip bir şehir. Yıllık ortalama sıcaklık 18-19 derece civarında. Yazın oldukça kurak oluyor ve inanın ne gezerken ne de yerken keyif alamıyorsunuz. Antakya’ya kar yağıyor mu diye merak ediyorsanız sadece yüksek bölgelerinde don görülüyor ki o da saysanız senenin 7 gününü geçmiyor. Bahar ayları Antakya’nın en güzel zamanları. Uçak bileti filan bakıyorsanız Nisan, Mayıs, Eylül, Ekim aylarının rotası olarak planlayabilirsiniz.

Titus Tüneli

Antakya Gezi Rehberi rotasında ilk durak Titus Tüneli. Tünelin yapımına İsa’nın doğumundan 69 yıl sonra, dönemin Roma İmparatoru Vespasian zamanında başlanmış. Muhtemelen İmparator tünel yapılırken ölmüş bu yüzden açılışı oğlu Titus yapmış. Yıl olmuş neredeyse 2020, hala altyapı sorunu yaşayan memleketin bazı belediye başkanlarına ders niteliğinde okutulacak bu tünel dağdan gelen suların sele dönüşmesini engellemek için yapılmış. Doğanın bağrındaki dağ, 1000 kölenin küçük çekiç darbeleriyle 12 yılda suların geçtiği 7 metre yüksekliğinde bir yola dönüşmüş. Bu yol kısa da değil üstelik, tam 1380 metre uzunluğunda ve 6 metre genişliğinde. Biz finalini yapamadık, son 130 metresi kapalıymış gittik ve geri döndük. Yer yer karanlık ve kaygan zeminli tünel tıpkı bir kanyon gibi. Ve el emeğiyle yapılan dünyanın en büyük tüneli.

Tünele yaklaşık 100 metre mesafede Beşikli Mağara yer alıyor. Tıpkı tünel gibi ihtişamlı bu yapının içinde de zamanın soylularının oda mezarları bulunuyor.

Titus Tüneli Giriş Ücreti Ve Ziyaret Saatleri

Titus Tüneli ve tabii ki Beşikli Mağara‘yı yaz döneminde 08:30-19:00, kış döneminde ise 08:30-17:00 saatleri arasında gezebiliyorsunuz. Müzekart ile girebiliyor, müze kartınız yoksa 7.5 tl ödüyorsunuz girişteki gişeye. Biraz yokuş, biraz düzlük derken tünelin girişine kadar epey bir yürüyorsunuz. Hem yürüme mesafesini hem de tünel zeminindeki suyu göz önünde bulundurup uygun ayakkabıyla gelmenizi öneririz. Hatta yedek kıyafet getirin, tünelin içinde suya batmamak için atlayıp zıplarken düşenleri gördük, az biraz düşme refleksleri yaşadık da ondan diyoruz!

Titus Tüneli’ne Nasıl Gidilir?

Tünel Samandağ ilçesinin merkezine çok yakın, yaklaşık 5 km mesafede. İlçeden kalkan dolmuşları kullanabilir, özel aracınız varsa tabelalarla kolayca ulaşabilirsiniz.

St. Pierre Kilisesi

Antakya gezi rehberinde mutlaka uğrayın tiklerinden biri de bu kilise! Hristiyanlıkta hacı olunan yerler arasında bulunan St. Pierre Kilisesi doğal bir mağaradan oyularak yapılmış. Tıpkı Kudüs ve Efes gibi bir mistik hava barındıran kilise Hristiyanlığın ilk kilisesi olması açısından önemli. M.S. 40’lı yıllarda (Habib-i Neccar Camii’nin yapıldığı dönemler) Hz. İsa’nın havarilerinden Saint Pierre’nin Allah’ı ve peygamberi ilk anlattığı ve puta tapanların inanmasıyla semaya ilk el açtığı yer burası. Sonraki yüzyıllarda ilkel mağara görüntüsü insan eli hüneriyle taş işçiliğine dönüştürülmüş ve 12-13. Yüzyıllarda gotik tarzda binalar eklenmiş.

Düşünsenizie Neredeyse 2000 Yıldır Edilen Duaların Enerjisiyle Dolu Bu Kutsal Mekandan Kimler Gelip Geçti! Kutsal Sayılan Suyundan Kimler İçti, İçindeki Gizli Tünelden Nerelere Gidildi!

Antakya ilçe merkezine 2 kilometre mesafede Reyhanlı karayolu üzerinde yer alan St. Pierre Kilisesi tarih ve kültür meraklılarının uğraması gereken bir yer ve nasıl ki Hatay Arkeoloji Müzesi şehrin kalbi diyorsak burası da ciğeri. 1963 yılında Papa 6. Paul’un ziyaret edip haç yeri ilan ettiği St. Pierre Kilisesi‘nde her yıl 29 Haziran Katolik ayin günü. Bunun dışındaki günlerde ise Müzekart ile veya 24 tl (2019 fiyatı) giriş ücreti ödeyerek gezebiliyorsunuz.

Bu arada kilisenin üzerindeki tepede mitolojide Cehennem Kayıkçısı Kharon olarak anılan ve kayalara oyulmuş bir kabartma var. Boyu 4 metreye 1,5 metre. M.Ö. 2. Yüzyılda şehri yoklayan büyük veba salgınında kahinlere danışılarak yapılmış. Kahinlere göre bu kabartma bir tapınmaymış ve şehre tepeden bakarken hastalıktan koruyacakmış. Ama salgın geçtikten sonra yarım bırakılmış. Yüzü örtülü bu büst Helenistik dönemden bir hatıra ve oldukça ilginç. Kiliseyle mesafesi ise yaklaşık 200 metre.

Habib-I Neccar Camii

Antakya’nın en işlek yerlerinden birinde, Kurtuluş Caddesi üzerindeki Habib-i Neccar Camii Anadolu’nun ilk camisi olma özelliğini taşıyor. Bu küçük mabetin St. Pierre Kilisesi‘yle aynı dönemin yapısı olduğunu söylersek biliyoruz ki şaşıracaksınız. Kilise kayalara oyulmuş ilkel bir yapıdayken, bu cami nasıl oluyor da günümüz mimarisine yakın duruyor diye düşünüp inanmayacaksınız. Şöyle açıklayalım; cami tarihi boyunca birçok restorasyondan geçmiş. Toprağı ve temeli çağlar öncesinin enerjisiyle dolu ama bina onlarca kez yenilenmiş. İlk kez Araplar himayesindeyken 7. Yüzyılda inşa edilmiş şimdiki cami ise 1857 yılında yapılmış.

Camiyi ziyaret etmek için en güçlü neden de elbette içinde barındırdığı enerji. Farklı versiyonlarda rivayetlerini dinlerken, akşam ezanını dinleyerek avluda ağaçlardan gelen limon kokusunu içinize çekerken ya da günün en sessiz zamanı sabah namazı kılınrken görün bu mabedi. Avlusundaki sütunların ve taşların dizilişine dikkat ederseniz eski yapılardan çok bilindik bir güneş saati silueti çıkacak karşınıza.

Habib-I Neccar Camii Hikayesi

Habib-i Neccar hikayesi İsa’nın doğumundan 40 yıl sonra Antakya halkı tamamen putperest yaşarken başlıyor. Neccar Arapçada ‘marangoz’ demek ve Habib o zamanlar Antakya’da dağ başında bir kulübede cüzzamlı oğluyla yaşayan bir marangoz (Hazreti İsa’nın da bir marangoz olduğunu belirtmeden geçmeyelim). Hz. İsa Yunus ve Yahya adındaki iki havarisini şehre göndererek Allah inancını ve Hristiyanlık dinini tebliğ etmek istiyor. Havarilerin şehre girdiklerinde ilk karşılaştığı kişi ise Habib-i Neccar oluyor ve elçilerin doğruyu söyleyip söylemediklerini anlamak için bir mucize göstermelerini istiyor. Dokunduğumuza şifa veririz diyen elçiler marangozun oğlunu iyileştirince de Neccar ilk inanan, ilk iman eden olarak şehrin tarihine geçiyor. Tabii hikaye bununla da bitmiyor. Havarilerin Peygamberin elçisi olduğuna inanmayan halk ve zalim kral da rivayetin birçok yerine dağılmış durumda. Bazı anlatılarda Neccar’ın taşlanarak, bazılarında ise yaşadığı mağarada başı kesilerek şehit edildiği söyleniyor. Cami de kopan başın yuvarlanarak geldiği yerde inşa ediliyor. Hem Müslümanlar hem de Hristiyanlar için önemli camide Neccar’ın ve iki havarinin türbeleri var. Rivayeti bu kadar canlı, camiyi bu kadar özel kılan da sonradan gelen Kuran-ı Kerim Yasin suresinde 14. 20. Ve 22. ayetinde Neccar isminin sık sık geçmesi.

Camiye özel aracınızla gelecekseniz cadde üzerinde park sorunu yaşayabileceğinizi belirtelim, bizce en iyisi Antakya’nın bu tarafını yaya gezin. Komşu Katolik Kilisesi, Musevi Havrası ve şehrin en özel noktalarının çoğu da zaten bu rota üzerinde…

Antakya Ortodoks Kilisesi (Aziz Pavlus Kilisesi)

Dinlerin kardeşçe yayıldığı bir coğrafya Antakya. Ortodoks Kilisesi ise şehrin Zenginler Mahallesi denilen bölümünde bulunuyor. Hristiyanlıkta Kudüs’teki Yeruşalem Kilisesi’nden sonraki en eski kilise olması açısından oldukça önemli sayılan bu mabete her zaman girilip gezilemiyor maalesef. Hafta içi ziyarete kapalı, Pazar günleri ayin var ama cemaatten olmadığınız için yine giremiyorsunuz.

Havra (Musevi Sinagogu)

Büyük bayramlar ve dini günlerde törenlerin düzenlendiği havranın en belirgin özelliği 500 yaşında el yazması bir Tevrat’ın evi olması. Havranın 1700’lü yıllarda yapıldığı düşünülüyor. Antakya gezi rehberi rotasında yer alsa da ziyarete açık değil, sadece cemaat kullanabiliyor.

Antakya Katolik Kilisesi

Cami, havra ve kilise üçlemesinden biri bu kilise. 19. Yüzyılda yapılmış ve şehrin geleneksel 2 evinin restorasyonuyla bu günkü halini almış. Kilisenin merdivenleri haç, çan ve minareyi bir kareye sığdırabileceğiniz fotoğraf imkanı sunuyor. Biz çekemedik, belki siz çekersiniz.

Antakya Uzun Çarşı

Antakya Uzun Çarşı Evliya Çelebi’nin anılarında 300 dükkanlı bir çarşıyken, bugün esnaf sayısının bini geçtiği ve şehrin nabzının attığı 3,5 kilometrelik koca bir alan. İçinde tarihten birkaç hatıra arıyorsanız 17. Yüzyıldan kalma Kurşunlu Han, 3 hamam ve birçok cami de bu rotaya dahil.

Uzun Çarşı Pazar günleri kapalı. Diğer günlerde akşam 7’ye kadar tüm dükkanlar açık. Şehrin geleneksel lezzetlerini, meşhur defne sabununu, nar ekşisini, peynirini, salçasını, biberini bulabileceğiniz bu çarşıda künefe yapımını izleyebilir, kebaplarını da tadabilirsiniz.

Antakya Sokakları

Loş ışıkların minnacık kaldırımları aydınlattığı, iç avluların büyük bir özenle mahremiyet sakladığı, eskiden Arnavut kaldırımlıyken birinin ayağını burktuğundan olsa gerek betonla kaplı daracık sokaklar. Antakya gezi rehberi rotasında şehrin farklı bir çehresi, gençleri tanıdığı kadar Deep Durple’ı bilen ve gitarda tıngırdatan bir nesli eğleştiren yerler buralar.

Sokakların bu kadar dar yapılmasının bir nedeni var elbet. Zaten eskilerden günümüze kalan her mimarinin altında derin bir zekanın yattığını göstermedi mi zaman? Eski Antakya sokaklarının bu denli karmaşık bir labirent gibi görünmesinin nedeni de birbirini dik kesip rüzgarı, seli önlemesi. Yüksek duvarların ardındaki evlerin hemen hemen birbiriyle aynı mimaride. Yörede çok kullanılan sarıya çalan kalker taşı ve kerpiçle kombinlenmiş evlerin büyük bir kısmı tek katlı aslında. Ama otel olarak restore edilmiş birkaç evde 2. katı da çıkmışlar. Konaklama için restore edilen bu konaklardan birini seçebilirsiniz.

Hıdırbey Köyü

Antakya gezi rehberinde Samandağ’a gelmişken uğrayın diyeceğimiz iki dağ köyünden biri Hıdırbey Köyü. Samandağ’la arası 6 kilometre. Buraya gelirken portre gibi bir köy düşlemeyin ama. Sevimli evler, çay kokan bir köy meydanı, dallarından meyve sarkan bahçeleri yok bu köyün. Hıdırbey’in girişinde sizi karşılayan dev bir ağaç ve hemen yanında uzanan naif dere bu köyün vizyonu. Koca ağacın adı Musa Ağacı ve en büyük ziyaretçi kalabalığı da bu ağacın altında birikmiş. Rivayete göre çok çok eskilerde Hazreti Musa uzun dağ yürüyüşünün ardından dereden su içmek için burada mola vermiş ve asasını da oturduğu yerde unutmuş. İşte o asa büyüyüp kök salmış, önce bir filize ardından da bu koca çınara dönüşmüş. Ağacın en az 2000 yaşında olduğu söyleniyor. Dallarıyla birlikte 16,5 metre yükseklikte ve tam 7,5 metre çapında. Yani 15-20 kişi birikip bir gövde boyunca ancak diziliyor ama kadraja sığamıyorsunuz.

Vakıflı Köyü

Vakıflı Köyü Hıdırbey Köyü’ne çok yakın. Aynı rota üzerinde kolayca ulaşabilirsiniz. Vakti zamanında her iki köy de Ermeni köyüymüş. Hıdırbey Köyü zamanla Müslüman halkla yer değiştirirken Vakıflı Köyü değişmemiş ve ülkemizin bilinen en eski Ermeni köyü olarak kalmış. Topu topu 35 haneli küçücük köyü gezip bitirmek için yarım saat ayırmanız yeterli. Organik tarım ürünleri alışverişi, özellikle de şaraplar ve reçeller bu köyü gezerken es geçmeyin önerilerimizden. Tabii bir de köyün küçük şirin mabeti Katolik kilisesine girin.

 

Yorum yapın