Şüphesiz sinema tarihine baktığımızda sayısız berbat çizgi roman uyarlamasıyla karşılaşırız. Bu gün artık majör arenaya istediği gibi hükmeden Marvel cenahı bile, kötü çizgi roman uyarlamaları konusundaki vukuatlarıyla nam salmıştır bir dönem. Kısacası 2000’li yıllara kapak atana kadar, tadından yenmeyecek çizgi roman uyarlamaları konusunda ciddi sıkıntılar yaşandığını gizlemeye gerek yok artık!
Bugün her ne kadar çizgi uyarlamalar, pazarın büyük bir kısmına çöreklenmiş olsalar da, sağlam uyarlamalara ulaşmak aslında yine eskisi kadar zor. En azından işi matematiğe dökmeye kalktığımızda, vizyon şansı bulan ya da sadece TV ve Video piyasası için paketlenen uyarlamaları topladığımızda, sayıca fazla olduklarını görsek de; içlerinden gerçekten nitelikli olan yapımlara ulaşabilmek için ya işi hiç bir şekilde riske atmayan ve klasik anlatıya sıkı sıkıya sarılan multi bütçeli DC ya da Marvel uyarlamalarının kalesine sığınmak ya da parodiden ödün vermeyen yapımların riskli sularına dalmak gerekiyor.
Tamam, kabul etmek gerekir ki süper kahraman filmlerinin eskisi kadar kıt bütçelerle hayata geçirilmediklerini biliyoruz artık. Günümüzde her bir uyarlama, o stüdyonun hasılat toparlayıcısı görevini görüyor bir nevi. Yine de daha minör uyarlamalar için aynı şeyleri söyleyebilmek pek de mümkün değil. Mesela animasyon sektöründe pişen Jimmy Hayward’ın kotarmaya çalıştığı Jonax Hex, ya da beyazperdede bir türlü umduğunu yakalayamayan Ghost Rider gibi yapımların da kanlı canlı birer örnek olarak kabul edilebileceği üzere, bir süper kahraman filminin başarıya ulaşabilmesi için sadece kalburüstü oyuncular ya da dolgun bütçeler yeterli olmuyor!
Bir de madalyonun diğer yüzü var tabi. Misal, TV ve Video piyasası keşfedilmeyi bekleyen belli başlı süper kahraman filmlerinin cirit attığı bir mecra. Fakat havuzun en riskli kısmı da ziyadesiyle bu kısım. Ama bahsi geçen derinlikte, adı sanı duyulmamış bir süper kahramana da, geri planda kalıp unutulmaya yüz tutmuş bir Marvel eskisine de rastlayabilmeniz mümkün. İşte Lightspeed, emektar bir Marvel karakterini, olabilecek en kötü biçimde paketleyip, izleyicinin önüne fırlatan; kötüler kötüsü bir süper kahraman uyarlaması!!!
Peki kimdir, neyin nesidir bu Lightspeed? Daha önce de söylediğim gibi Marvel evreninin kalabalık süper kahraman seçkisi arasında geri planda kalmış bir süper kahramandır kendisi. Marvel Evreninde kendisini Julie Power suretinde görürüz. Bir nevi JL’nin Flash karakterinin kadın versiyonudur diyebilir kendisi için. Seksenli yılların ortasına doğru Marvel Evreni’nde peydah olmuş, kendi adını taşıyan maceraları da doksanlı yıllara kadar devam etmiştir. Sonrasındaysa, Marvel süperstarlarının ayakları altında ezilmiş, zaman zaman yan karakter olarak bu evrenin diğer kallavi süper kahramanlarının hikayelerini ziyaret etmiştir. Zaman zaman Lightspeed’i laci bir kostüme bürünmüş olan Daniel Leight olarak da görürüz tabi. Lightspeed, aynı zamanda farklı güçlere sahip Power Pack ekibi içerisinde de bu iki karakter suretinde karşımıza çıkar.
Kariyerini boylu boyunca Tv projeleriyle doldurmuş olan Don Edward Fauntleroy’un, Jason Trost’un aşırı düşük bütçeli ucubik süper kahraman senfonisi “All Superheroes Must Die”ı bile gölgede bırakacak bayağılıktaki filminin tanıtımı için; koca koca harflerle Stan Lee’nin adını kullanarak nemalanmaya çalışmasında garip bir şey yok! Garip olan, belki de Stan Lee’nin bile bu DC taklidi karakteri bir an önce unutmak için hafızasını olduğu gibi sildirmek istemesi olabilir (Lafı geçmişken, tahmin edeceğiniz üzere bir Marvel ritüeli olarak Stan Lee’yi bu filmde göremiyoruz! Hay Aksi!).
Filmde, Lightspeed’i Julie Power olarak görmüyoruz. Lightspeed’in mavi kostümünün içine giren isim Daniel Leight… Leight’ın öyküsüyse yine tahmin etmekte zorlanmayacağınız üzere, 80’lerde karşımıza sık sık çıkan süper kahraman öykülerinin, bayat bir yamasından fazlası değil. Hem iyi karakterin hem de kötü karakterin neredeyse eş zamanlı bir biçimde kimyasal bir kazaya mağruz kaldığı, sonu gelmek bilmeyen, gereğinden fazla (ve sanki ‘en kötü süper kahraman uyarlaması’ mertebesine erişebilmesi için bilinçli yapılmış gibi duran) teknik hatalarıyla, rezalet ötesi oyunculuklarıyla ve izleyenin içini kurutan hikâyesiyle Lightspeed; kendi kulvarında liderliği kolay kolay elden bırakmayacak bir film gibi görünüyor!
Bütün bu ucuzluğuna rağmen, bir başka Marvel kötüsü olan Lizard bozması Python’un makyajına harcanan emek; bu kirlilik arasına gözlerini bakir tutmak için çaba sarfeden izleyicinin ödülü sanki (ya da bu çöplük arasında ister istemez parlıyor dersek daha doğru olur). Her halükarda Lightspeed’in, izlemekten keyif aldığımız ve suçlu zevklerimiz arasında kendine has yer edinen, eğlenceli trash filmlerden biri olmadığını söylemekte fayda var. Yönetmen Fauntleroy, baştan sona kendini ciddiye alan ve TV projesi olduğu için filmini sanki adet yerini bulsun modeli kaskatı sahnelerle tıka basa doldurmayı tercih etmiş! Halbuki Fauntleroy, Rod Holcomb’un Captain America faciasını ya da Don McDougall’ın “Spider Man: The Dragon’s Challenge” filmini taklit etmeye yeltenseymiş ortaya en azından seyiri keyifli bir kötü film çıkararak, trash meraklılarını mest edebilirmiş. Tabi bütün bu ihtimalleri sıralarken, Lightspeed’in bir Tv projesi olduğunu da unutmamak lazım!
Uzun lafın kısası, çilekeş gözlerimiz bu zamana kadar pek çok kötü uyarlama görmüştür bu konuda şüphemiz yok! Hatta 90’lı yıllar hem video oyun hem de çizgi roman uyarlamaları konusunda sık sık dibi görmemizi sağlayan yapımlarla doludur. Yine de kötü çizgi roman uyarlama eşiğimiz halihazırda Jason Trost imzalı “All Superheroes Must Die” ile sınırlıyken, Lightspeed, piyasada dolanan tonlarca fan made süper kahraman filminin kırıntısı bile olamayacak bir soytarılıkla sadece en kötü çizgi romanlar arasında değil, sinema tarihinin en berbat filmleri arasında da bir cevher olarak değerlendirilebilecek bir işe imza atmış. Burada sorulması gereken asıl soru: Acaba Fauntreloy’un da amaçladığı tam olarak bu muymuş?