Lucky Luke (2009) / Film Eleştirisi

Erkek çocuların rol modeli olan, kız çocukların ise geleceklerindeki ideal koca olarak belledikleri, batının yakışıklı, sempatik ve alışılageldiği üzere yalnız kovboyunun; 1947 yılında yayın hayatına başlayan çizgi öyküsü yaklaşık 9 yıl sonra kadrosuna yapılan eklemeler ile birlikte (ki Dalton Kardeşler ve Rin Tin Tin bu radikal eklemelerin başında gelir) kıvamını bulur ve uzun yıllar boyunca -birbirinden farklı beğenilere ve algılara sahip olmalarına rağmen- farklı kuşakları etkilemeye devam eder. En az çizgi öyküleri kadar vurucu olan çizgi dizinin de mizahi duruşu, geniş kitlelerce sevilmesini sağlamıştır Red Kit’in…

Elbette Red Kit’ten önceki kahramanların da mizahi yönleri dikkat çekmekteydi fakat Red Kit ile birlikte özellikle Fransız çizgi romanlarının mizahı daha rafine ve kalıcı bir hal aldı. Hatta bir bakıma kendi mizahi üslubunu da oluşturdu. Amerika dışında Fransız ve İtalyan çizgiromanları ile birlikte, özellikle İtalya’dan esen ve rüzgarı bir türlü durmak bilmeyen Spagetti Western’lerin mizahının da mevcut konsepti beslemesi ile birlikte, okuyucu ve izleyiciler daha ziyade okyanusun karşı tarafından çıkan işleri dikkate almaya başladılar. Bu üslubun hikayelere yediriliş biçimi daha o dönemde tekerrüre düşmeye başlayan Hollywood Western sinemasından kaçış biletiydi bir nevi.

Pek çok esin kaynağı barındıran bu yapımlar kısa süre içerisinde kıta ötesine yayıldı ve Red Kit’de bu yayılmadan nasibini aldı. Öncelikle beyaz cama taşınan çizgi filmler, zamanla video piyasasının da arananlarından oldular ve araya pek çok uzun ve orta metrajlı Red Kit macerası da sıkıştırıldı fakat Terence Hill, bir nevi vahşi batı mitosu olarak kabul edebileceğimiz Red Kit’i ilk defa ete kemiğe büründüren kişi oldu. Hill, her ne kadar bildiğimiz Red Kit karakterine hem karizma hem de fizik açısından yaklaşamasa da; başrolü kendine rezerve etti. Filmin yönetmenliğini de üstlenen Hill, kendi Red Kit filmini de parsellemiş oldu böylece. Spagetti Western kokusunu bazı bazı aldığımız bu yapım, izleyiciden gerekli ilgi ve alakayı göremedi. Sebep mi? Terence Hill’in, Red Kit olmasından bahsediyoruz. Başka bahaneye hacet var mı?

Biraz mazi biraz da bilgi derken epey kafa ütüledim. Geçmişi şöyle elimizin tersiyle uygun bir tarafa ittirip günümüze dönelim biz. Karşımızda bambaşka bir Red Kit filmi var ve iddialarının pek çoğunu hayata geçirmiş olmasına rağmen yine de izleyici tarafından taşlanmaktan kaçamadı üstelik. Nedenlerini Red Kit’in suretine kimseleri yakıştıramayan sıkı hayranlarının tutumuna bağlarsak abartmış mı oluruz yoksa didiklenmesi gereken daha ince detaylar mı var? Gelin biz daha net görebilmek için bir adım daha yanaşalım bu yeni model Red Kit’e…

Öncelikle görsellik açısında hiç de sırıtmayan bir işçiliğe sahip yeni filmimiz. Üstelik görsel tasarımlarının da mümkün mertebe çizgi serinin şeridinde seyretmesi için ayrı bir çaba gösterildiğini de iddia edebilirim. Karakterlerin büyük bir kısmına da kucak açılmış. Tabi gönül isterdi ki böyle bir filmde Daltonlar’ı hatta Rin Tin Tin’i görmek nasip olsun fakat teknik bir ilüzyonla Düldül’ü dillendirmeleri bile hoş bir detay oldu… Az da olsa yüreğimize su serpti… Billy The Kid, Calamity Jane ve Jesse James’in de kendilerine rezerve edilen yerlerini alması jest hanesine eklenebilir fakat ne olursa olsun böyle bir yapımın en büyük yükü Red Kit karakterinin sırtında…Daha doğrusu Red Kit’in layıkı ile perdeye taşınması zor bir karakter oluşu, sırttaki yükleri daha da ağırlaştırıyor. Öyle ki, Jean Dujardin’in imajı düşünüldüğünde Red Kit’in fiziki yapısına oldukça uygun bir seçim olduğuna kanaat getirebiliriz. Fakat izleyicinin otomatik eşleştirme mekanizması, onu Red Kit’in sureti olarak kodlamaya çalışırken pek çok noktada hata veriyor. Örneğin “ifadesizlikle” suçlanan Dujardin’e yüklenilirken; çizgi serinin neredeyse tamamında duyguları konusunda hem fikir olamadığımız Red Kit’in ifadesi (ya da ifadesizliği) görmezden geliniyor.

Peki o halde Red Kit’in beğenilmemesinin asıl sorunu ne? Dürüstçe…2009 model Red Kit’in en önemli derdi, çizgi öykülerinin en sıradanında yer alabilecek bir hikayeyi anlatıyor olması. Hadi canım! Daha ilk sekansında ailesinin katledilişini izlediğimiz, yetenek-şans yanılgısını sorgulamaksızın Lucky Luke olarak adlandırılan kahramanımızın geçmişine kısa bir süre yer vermesine rağmen, öyküyü seri bir şekilde toparlayan bir filmden bahsediyoruz. Ana karakterinin geçmişini orta seyirde bir kurguyla aradan çıkartmasına güvenerek esnek bir hikayeyi sindire sindire anlatacağını düşündüğümüz andan itibaren eğlenceli bir film beklentisi ile koltuğumuza kuruluyoruz. Gel gelelim Jesse James, Calamity Jane ve Billy The Kid hikayeye dahil olduktan ve kim kime, dum duma takılmaya başladıktan sonra öykü iyice güç kaybediyor. Bir intikam öyküsü gibi davranırken beklenmedik bir anda polisiye sularına atlıyor. Kaldı ki abzürd mizah konusunda pek az rakibi bulunan çizgi serinin yanına yanaşabilecek bir kaç durum esprisi dışında o taraklara da el uzatmıyor.

Gariptir ki yönetmen James Huth, Red Kit ile ilgilenmediği kadar yan karakterler ile ilgileniyor. Jesse James’in “artık yeter” dedirten Shakespeare tiratları ya da Billy The Kid’in sinir bozuculuğuna doyuyorsunuz ama Red Kit’e dair akıllarda kala kala gönlünü kaptırdığı kadına atmış olduğu okkalu tokat kalıyor (zaman insanları değiştiriyor tabi). Filmin kendini toparlamasını sağlayan en önemli etken ise, sondaki devasa poker mekanizması (Vegas’ın temelleri mi atılıyor nedir?). Neden bilmiyorum ama bu kısım, başarısız bir steampunk örneği olan Wild Wild West’i de çokça hatırlattı.

Sonuç olarak dört başı mamur bir western komedisi olması için önünde hiç bir engel bulunmayan film, Red Kit’in bir noktadan sonra neredeyse ikinci plana itildiği, yönetmen Huth’ın daldan dala konması ile git gide irtifa kaybeden fakat nihayete doğru son anda yere çakılmaktan kurtulan bir film. Çok daha niteliksizliklerini izledik ona şüphe yok. Yine de bütün hatalarına rağmen linç edilmeyi hak edecek kadar kötü değil…Hatta belki de kötüler içerisinde en iyisi bile olabilir…

Yorum yapın