Douglas Adams’a sinema mecrasına yapılan ayıbı hatırlattı bana Ölümsüz Polisler’in vizyon macerası (diğer bir tabirle böylesine büyük bir bütçeyle, bu türden bir filmin yapılabilmesinin kolaylığı)… Düşünsenize, kült bir bilimkurgu öyküsü yaratıyorsunuz, bunu sinemaya uyarlamak istiyorsunuz sonra da kapısını çaldığınız bütün yapımcılar “bilimkurgu ile mizah bağdaşmaz… hatta dünya buna hazır değil bla bla bla” diyerek kulağınızı çekerek sizi oyun dışına çekiyor. Çok değil, bu şutun bir yıl sonrasında falan da kıtanın ötesinden Men In Black gibi, bilimkurgu ve absürt komedinin dibine vuran bir film düşüyor vizyona! Yanlış zamanda yanlış yerde olmak mı desek? Kadere bağlayıp kolaycılığa falan mı kaçsak acaba bu durumda?
R.I.P.D.’ın fragmanını ilk izlediğimizde pek çoğumuzun aklıma kuşkusuz Men In Black ya da Ghostbusters gibi emsaller gelmiştir. Film açık açık bu etkilenimlere sahip çıktığını belirtiyor, burada hiç bir sıkıntı yok! Fakat bu görsel ve içeriksel öykünmenin, filme kattığı fazla bir şey yok! Ne M.I.B. kadar eğlence vaad ediyor ne de Ghostbusters gibi eli yüzü düzgün naif aksiyona ve akıllara kazınacak renkli karakterlere sahip! Ana Karakterlerin ilkokul müsamerelerine bile malzeme olamayacak espri anlayışlarını da ister istemez “ölü” olmalarına bağlamamız gerekiyor bu durumda sanırım!
Filmin konusuna da değinelim de üzerimizden bir başka yükü daha atarak, rahat rahat at koşturabilelim! Nick, güzel bir eşe sahip genç ve tabi alışık olunduğu üzere de çetinceviz bir polistir. Ortağı Hayes’dan okkalı bir kazık yiyen Nick, bu iş birliğini ne yazık ki hayatıyla öder.
Neyse ki Nick açısından işler o kadar da kötü değildir. Ölümle yaşam arasında kariyerini devam ettirebileceği bir departmanın tam kucağına düşer. Dünyayı, faniler alemina zamk gibi yapışan kaçaklardan ve kaçıklardan kurtarmak için kurulmuş bu departmanın adı ise; R.I.P.D yani Huzur İçinde Yat Polis Departmanı’dır. Bu departmanın çaylağı olan Nick’in bahtınaysa Roy adında western kaçkını, eski kafalı bir şerif düşer. İkili, yaşayanların dünyasını karartmak için ant içmiş olan ‘ifritler’i yakalamak ve tahtalı köye postalamak için mücadeleye girişirler falan filan…
İlk uzun etrajlı filmi Tattoo ile radarımıza yakalanan ve Flight Plan ya da Red gibi kalburüstü filmlerinin yanı sıra özellikle The Time Traveller’s Wife ile bizleri mest eden yönetmen Robert Schwentke için ciddi bir geri adım R.I.P.D. Böylesine eğlence vaad eden bir filmi, sıradan bir seyirlik çıtasının bile altına çekebilmesinin altında ister istemez başka sebepler arıyoruz. Özellikle Peter Lenkov’un çizgi öyküsünün ritmini yakalamak için bile uğraşmamas, en azından Red ile birlikte çizgi uyarlama hadisesine ısınmış olan Schwentke için pek de iç açıcı olmamış gibi sanki! Kaldı ki hikayesine üç, senaryosuna iki farklı ismin mürekkep damlattığını düşünürsek, “çıka çıka bayat partner komedisi, fikir konusunda kabız bir kaç espri mi çıkmış bu ekipten?” diye isyan etmemek işten bile değil!
Karton kötü karakterler konusunda kendi çapında rekora koşan Kevin Bacon, ne dediğini anlamakta artık iyiden iyiye zorlandığımız, ağzında bir düzine demir bilye varmış gibi konuşan Jeff Bridges’in yanında renk değeri düşürülmüş Ryan Reynolds’un hüzünlü mazlumu oynaması göze bile batmıyor! Diğer taraftan özensiz CGI işçiliğine gözümüzü yummaya kalkarsak, aksiyon namına izleyicinin gönlünü hoş tutabilmek adına seyirciye çekilen bir kaç numarayı kaçırmamız da muhtemel!