Frank Miller’ın alametifarikası Günah Şehri, yaklaşık on yıl aradan sonra yeniden beyazperdeye bardak bardak kan sıçratmak için geri döndü! Popüler sinemanın; devam filmlerine, ardı arkası kesilmeyecek gibi görünen süper kahraman çeşitlemelerine ve her biri orijinalini daha fazla aratan yeniden uyarlamalara teslim olduğu şu günlerde, sıfır kilometre Günah Şehri bekleneni verebildi mi peki?
Malumunuz son yıllarda bariz bir biçimde “b film kurnazı” mertebesine erişen Robert Rodriguez’in türün kimliğini taşıma konusunda hastalıklı şaibelerimiz ayyuka çıkmış durumda. El Mariachi ile birlikte, b tandansının dahi yönetmeni armasına kavuşan fakat son yıllarda vücuda getirdiği işlerle ne popüler film sevenleri ne de sinemanın bit pazarı kreasyonundan giyinmeyi sevenleri tam anlamıyla tatmin edemeyen Rodriguez için, Günah Şehri adeta bir devir teslim niteliği taşıyordu! Bundan yaklaşık on yıl öncesinde, gelecekte grafik roman uyarlamalarının varacağı noktayı da işaret eden Günah Şehri; ucuz, salaş, basit fakat bununla birlikte hem görsel hem de Miller’ın süslü cümlelerinin hakkını sonuna kadar veren edebi anlatısıyla biz genç sinemaseverlerin “devrim” ad ettiği bir sinemasal hamleydi. Kimileri için sinemaya entegre edilen bu grafik çizgi roman anlayışı, tamamen göz yoran bir illüzyondan, çapsızlık kokan bir eğlenceden ibaretti! Kimileri de bu yeni sinemasal aroma, çizgi roman uyarlamalarının olması gereken en çarpıcı formattı!
Zaman içerisinde Rodriguez cephesi, hem b filmleri hem de aile filmleri arasında mekik dokurken, Frank Miller da, Will Eisner’in yarattığı maskeli kahraman The Spirit’i Sin City’nin konseptine fazlasıyla yakın tonlara batırıp çıkararak perdeye taşımakla yetindi. Rodriguez ise -Dehşet Gezegeni ve Machete ile yakaladığı kıvamı işin dışında tutacak olursak- Sin City kabilinden kıvamı tutmuş bir iş ile sevenlerinin karşısına çıkamadı ve Spy Kids curcunası arasında sık sık yolunu kaybetti!
Günah Şehri: Uğruna Ölünecek Kadın, kanımca başarılı bir ilk filmin ardından, en uzun süre nadasta bekletilen devam filmleri arasında rahatlıkla kendisine yer bulabilir. Nihayetinde Miller’ın bizde de basılan 7 ciltlik zincirleme noir çeşitlemesi kıvamındaki grafik romanının, devam filmlerine kapı açacak garantili malzemelere ev sahipliği yaptığı aşikar! Fakat buna rağmen Miller ve Rodriguez ikilisi, ilk filmin mirasının üzerine hem devam hem de öncül niteliği taşıyan garip bir mimari kondurmayı tercih etmişler.
Bu garip mimariden kasıt nedir peki? Şöyle ki; yeni Günah Şehri, bariz bir biçimde ilk filmin devamı niteliği taşıyor ama aynı zaman diliminde ve aynı düzlemde, ilk filmin de öncesinde gerçekleşen bir dizi olaya da yer veriyor. Misal, ilk filmde, merhum aktör Michael Clarke Duncan suretinde karşımıza çıkan altın gözlü dev Manute’un tek gözü bu filmde Marv tarafından oyuluyor. Oysa ki Manute ilk filmde karşımıza zaten Marv tarafından tartaklanmış ve geçmişine sünger çekmiş bir karakter olarak çıkıyordu! Örnekleri çoğaltabilmek ziyadesiyle mümkün. Bunun altından kalkabilmek için de filmi, karakter temelli ve zamansal tutarlılık konusunda fazlasıyla serbest makyajlanmış bir devam filmi olarak değerlendirmek gerekiyor. Dolayısıyla filmin kronolojisine kafayı takmamak en mantıklısı ki zaten bu bilinçli tercih de filmin o kendine has karakterine en ufak bir leke bile sürmüyor!
Marv, Nancy ve Gail gibi gedikli karakterlerin aynı suretlerde karşımıza çıktığı yeni filmde belli başlı değişiklikler de yok değil hani! İlk filmde Clive Owen suretinde karşımıza çıkan Dwight’ın yeni yüzü Josh Brolin mesela! Brolin’in sert yüz hatlarının, rolün hakkını verdiğini inkâr etmek mümkün değil! Devon Aoki’yi sevimsiz bulan benim gibi izleyiciler için bile Jamie Chun alıştığımız Miho’nun karizmasından biraz yoksun. Joseph Gordon Lewitt’in Johnny karakterini ete kemiğe büründürdüğü öykü biraz havada kalsa da, filme adını veren Eva Green’in perdeye bakan izleyiciyi ezip geçtiği Ava karakterinin etrafında şekillenen leziz noir polisiyeyi yabana atmak ne mümkün! Filmin asıl yıldızlarıysa, hiç de sürpriz olmayacak biçimde yaşlandıkça daha da tonton ve eğlenceli bir hal alan Mickey Rourke’un enerjisini emrine amade ettiği Marv ve usta aktör Powers Boothe’un, perdede görünen hemen hemen herkesi bir kenara fırlatmayı başardığı, kötülük abidesi Senatör Roark!
Bunun dışında Hartigan’ın, Bruce Willis suretinde yeşillik niyetine şöyle bir göründüğü filmin misafir koltuğundaysa Juno Temple, Ray Liotta, Lady Gaga ve hepsinden de önemlisi bizim jenerasyonumuz için apayrı bir jest niteliği taşıyan ve kendisini neredeyse Doktor Emmet Brown’ın Sin City’e ışınlanmış kafadan kontak haliyle izlediğimiz Christopher Lloyd gibi isimler oturuyor!
Günah Şehri: Uğruna Öldürülecek Kadın, görsel ve anlatısal anlamda ilk filmdeki kadar keskin bir çeşniye sahip değil belki ama kesinlikle mirasına hıyanet etmeyen ve şiddet senfonisinden de ödün vermeyen bir devam filmi var karşımızda! Blockbuster mahsullerinin aynı notaları basarak beyinlerimizi çürüttüğü böyle bir dönemde, özüne sadık kalmayı başarabilen sıfır kilometre bir Günah Şehri izlemek; sıcak yaz günlerinde, serin sinema salonlarına postları serebilmek adına yeterli bir sebep! Ah bir de birkaç saniyeye sıkıştırılırken çarşafa dolanan final olmasa…
Yine de karşımızda her anlamda eğlenceli bir film noir güzellemesi duruyor. İlk filmdeki parçalı anlatımın yerine üç farklı öyküyü de bünyesinde eriten, klişeleriyle fazlasıyla barışık, grafik anlamda da fazlasıyla tatmin edici bir Old City panayırı! Yukarıda sayıp döktüklerimin en az birine bile aşina olanlar için Uğruna Öldürülecek Kadın’ın eksiği yok, fazlası var!